3 Mayıs 2009 Pazar

Türk Futbolunda Anlam Arayışları

Bu bir “Türk Futbolu Rehberi”dir. Belkide değildir.

 

Bu blogdaki ilk yazım olduğu için biraz heyecanlıyım. Gerektiği zaman olaylara sert tepkiler verebilen yazarlarla aynı ortamda yazıyor olmak insanı yazdıkları konusunda iki kere düşünmeye teşvik ediyor.

 

İlk olarak, spor başlığı altına yazmak istediklerimi aslında bir başlık altında toplamak oldukça zor oldu. Kafamda burada tartışmak istediğim bir çok şey var ve sanırım bu yüzden bu yazım biraz parça parça olacak. Bu yüzdendir ki bu biraz Türk Futbolu Rehberi gibi olabilir, ancak tabi ki amacım yazılan konularda insanları rencide etmek ya da Hıncal Uluç ekolü gibi “ben bilirim” demek değil, yanlış anlaşılmak istemem.

 

Öncelikle bahsetmek istediğim ve beni en çok rahatsız eden şey Türk futbolundaki hakem faktörü. Yalnız benim şu anda bahsedeceğim konu maçlarda yapılan ve skora etki eden hakem hataları değil, hakemlerin futbol manteliteleri ve genel olarak verdikleri hatalı yorumlar. Kanımca Türk futbolunun avrupa takımları karşısında artık komiklik seviyesinde başarısız olmasının temel sebebinin Türk hakemleri olduğuna inanıyorum. Çok şükür ki artık internet çağında yaşıyoruz ve dünya futbolunu yakınen takip edebilme, her maçı izleyebilme şansımız var. Henüz dün bahis oynadığım Stoke City – West Ham United maçını tv vermemesine rağmen internetten canlı olarak takip edebildim. Bu sayede dünyada, özellikle Avrupa’da, futbolun nasıl oynandığını izleyerek kendi futbolumuzla bir kıyaslama yapabiliyoruz. Aslında bu kıyaslama da futbolumuzu geride görmediğimiz bir gerçek. Özellikle transfermarket.de sitenindeki futbolcu değerlerini baz alırsak futbolumuz verilen değerin üzerinde seyrediyor gibi. Ancak Avrupa Kupaları eşleşmelerinde sıkıntı çektiğimiz ortada. Bunun temel nedeninin ülkemizde sık sık hakemler tarafından kesilen ve bu yüzden Türk futbolu olarak alışamadığımız hızlı ve devam eden yani süregelen futbol anlayışı olduğunu düşünüyorum. Örnek vermem gerekirse –muhakkak sizlerde fark etmişsinizdir- yurtdışında oynanan maçlarda faul olan pozisyonda eğer top faulü kazanan takım oyuncusuna gelmişse hakem oyunu durdurmaz. Tabi ki bu Türkiye’de hiç bir zaman mümkün olmuyor. Her zaman hakemler orada olduklarını hatırlatmak istermişcesine oyunu kesiyorlar. Bu hem rakibin defansa rahat çekilmesine, hem de oyun oynamak isteyen tarafın hızlı bir şekilde paslaşarak kontra atağa çıkmasını engeller. Bu hızlı futbola alışamayan oyuncularımız, karşısında böyle oynayan takımlar karşısında her zaman sıkıntı çekeceklerdir ve maç kazanmaları gitgide daha da zorlaşacaktır. Çağın futbolunun bu ayağına alışamamızın sebebi bu saymış olduğum nedenlerden ötürü Türk hakemleridir. Bu konuyda bir başka örnek olarak off-side’a düşen futbolcunun oyunu bırakmasına ve top güvenli bir şekilde rakibe gitmesine rağmen ısrarla oyunun durdurulmasını verebiliriz.

 

Bir başka beni rahatsız eden hakem yanlışı ise ikili mücadeleler ve karşılıklı olarak ortadaki topa ayak uzatan futbolculara çalınan fauller. Oyunun akıcılığının devam ettirilmesi yanı sıra kurallar gereği bile çalınmaması gereken bir faul türüde aynı anda ayağını topa uzatan iki rakip futbolcu. Özellikle ingiltere liginde neredeyse kafa seviyesinde geçen ayaklar bile oyunu durdurmaya yetmezken bizim ligimizde ikili ayak kaldırma hemen oyunun kesilmesine neden olması bence Türk futbolunu geriye götüren sebeplerden biridir. Aynı şekilde sizlerde farkına varmışsınızdır kimi yerlerde gerçekleşen hava topu mücadeleleri kesinlikle faul kazandıracaktır. Bunun en çarpıcı örneği sanırım kaleci degajlarından sonra rakip ceza sahası önünde kafaya çıkan forvet oyuncularına sık sık çalınan faullerdir. Bilirsiniz ki bu hava topu mücadelesinden sonra Türk hakemleri defans lehine faul çalarak oyunu durduracaktır. Başka bir örnekte kenar çizgilere yakın ikili mücadelelerde kendini yere bırakan hücum oyuncularının lehine aldıkları fauller olabilir. Bunlar Türk futbolu için çok karakteristik olan ve artık çok fazla tekrarlandığı için çoğumuz için normal ve doğru karar gibi gelen kararlar. Kendi fikrimce (zaten bir blogda yazıyorsun kimin fikri olacak başkasının mı?) Türk futbolunun, Dünya futbolu karşısında kimi zaman aciz kalmasına sebep olan etmenler, basit gibi gözüken bu nevi şeyler. Sanırım bunların telafi edilmesi için hakemlerimizi genç yaştan itibaren futbolun içinde yetiştirmemiz ve onların gelişiminde eksik olan bazı “bakış açılarını” ortaya çıkartabilecek hamleler gerçekleştirmemiz gerekmektedir.

 

Hakemlerden sonra Türk futbolunda beni en çok rahatsız eden ikinci konuda altyapı konusundaki eksikliğimiz hatta tabiri caizse acizliğimiz. Yabancı liglerde genç yeteneklerin nasıl el üstünde tutulduğunu, nasıl gelişiminin sürekli izlendiğini ve nasıl üst düzey takımlarda önemli dakikalar aldığını takip etmişsinizdir. Ancak söz konusu Türk futbolu olduğu zaman genç oyuncu yetiştirmekten anladığımız tek şey ikinci ligde bir takıma ya da aynı ligde düşmemeye oynayan bir takıma kiralamak oluıyor. Bu şekilde yıldız olmuş bir oyuncu aklıma ilk etapta gelmedi. Galatasaray’dan Arda örneği akıllara gelebilir ama oda kiralık oynadığı zaman Manisaspor hatırlanacağı üzere lig başında 8’de 8 yapmış ve çok uzun süre şampiyonluk mücadelesinin içinde yer almıştı. Yani yapılan idmanlar ve oynanan maçların üst düzeyde olduğu söylenebilir. Zaten şahsi fikrim oyuncuların ikinci ligde oynayacğına hiç süre almama ihtimaline bile rağmen oynadıkları takımda (söz konusu takımlar genellikle 3 büyükler olarak tabir edilen takımlar. Diğer takımlarda mücadele eden genç arkadaşlarımız zaten imkanlar kısıtlı olduğu için önemli dakikalar alabiliyorlar ve bu şekilde çok daha rahat bir şekilde kendilerini geliştirme şansları oluyor.) kalmaları daha yerinde olacaktır. Bunun temel sebebi söz konusu takımlarda yapılan üst düzey idmanlardır. İkinci ligde oynayan bir takımda ilk 11 çıkmakla Galatasaray’da Kewell gibi Baros gibi şampiyonlar ligini kazanmış takımlarda oynamış oyuncularla birlikte idman yapmak kesinlikle aynı şey değildir. Bu oyuncuların sadece sizle konuşarak bile size ekleyebilecekleri, alt lig takımlarında bütün maçlarda oynamanıza eş değer olabilir. Tam bu esnada yurtdışında altyapıdan çıkarak yıldız olan bir kaç oyuncuyu düşünürsek bu oyuncuların genç yaşlarda yavaş yavaş kendi takımlarında süre aldıklarını ve sürekli üst düzey idmanlarda bulunarak kendilerini geliştirmeye devam ettiklerini görebiliriz. Bunun en güzel örneğide sanırım Barcelona’lı Messi ve Xavi’dir. Bu oyuncular henüz tanınmamışken ve 17 yaşındayken azda olsa maç sonlarında forma bulmuşlar ve yavaş yavaş Barcelona sisteminde kendilerine yer bulmuşlardır. Şu anda bu iki oyuncunun Dünya futbolunda nerede olduklarını söylememize gerek yok herhalde. Aynı şekilde bu senede maçların son dakikalarında oyuna giren Bojan Krkic adlı oyuncuda eminim ki yıllar sonra Dünya futbolunda kendi adından oldukça sık söz ettirecektir.

 

Oyuncu yetiştirmek tabi ki sadece idmanlarla gerçekleşmiyor. İdmanların yanı sıra mental ve fiziksel olarakta oyuncuları geliştirmek oldukça önemli. İlk olarak idman dışı denebilecek fiziksel gelişime değinmek istiyorum. Ülkemizde pek uygulanmamasına rağmen ağırlık çalışmaları vücudu çok önemli oranda geliştirir ve oyunculara farklı özellikler ekleyebilir. Bunun en güzel örneği Fenerbahçe – Arsenal maçından sonra açıklamalarda bulunan Arsenal menajeri Arsen Wenger’in ilk golü atan yıldız olmaya aday genç oyuncusu Theo Walcott için söyledikleridir. İlk golde hatırlayacağınız üzere Walcott, kaleci Volkan’ı geçerken muhteşem bir denge sağlamış ve zor pozisyonda devrilmeden topa vurabilmiştir. Bu golle ilgili bir soru soran gazeteciye Wenger “ Walcott 16 yaşında bize geldiğinde deparlarında denge problemi yaşıyordu. Bu nedenle onunla 3 sene boyunca üst beden (upper body) (yani göğüs, üst-sırt, ve triseps kasları) çalıştık. En sonunda bize galibiyetin kapılarını açan bu golde, bu 3 senelik çalışmamızın emeği var.” Diye yanıt vermişti. Sanırım bu seviyede futbol bilgisine sahip bir futbol adamına daha uzun yıllar daha rastlayamayacağız ligimizde.

 

Aynı konuda değinmek istediğim bir başka konuda gençlerimizi mental olarak hazırlayamıyor olmamız. Belli bir yeteneğe zaten oyuncular senelerce idman yaparak ulaşabiliyorlar. Ancak herhangi bir oyuncu olmakla yıldız oyuncu olmak arasındaki ince fark, 17 yaşından sonra oyuncunun gelişiminin yavaş yavaş sona ereceği 20li yaşlarına kadar geçireceği 3-4 senelik dönemdir. Malesef Türk futbolunda bu dönem oldukça verimsiz ve başı boş geçirilmekte. Halbuki bu dönem futbolcunun kendisini tanıması ve eksiklerini tespit ederek bu konuda çalışmalarını yoğunlaştırarak devam ettirmesi bakımından çok önemli bir dönemdir. Futbolumuzda ise bu dönem malesef boş geçirilmektedir. Sanırım oyuncularımızı yurtdışı piyasasına çıkaramamamızın en önemli nedeni bu dönemde genç oyuncularımızı mental olarak yeterince geliştirememiş olmamızdır. Türk futbolcularının uzaktan şut atmamasının sebebini bile ben bu dönemde oyunculara futbol mentalitesini veremememize bağlamaktayım. Bu konuyu birazda örnekler üzerinden devam ettirmek istiyorum. Galatasaraylı olduğum için bu konuda örneklerim daha çok Galatasaray üzerinden olacaktır ancak sizde eminim ki kendi tuttuğunuz takımlar için bu örnekleri çoğaltabilirsiniz. İlk iki örneğim Galatasaray’dan Sabri ve Aydın hakkında olacak. Hatırlıyorsunuzdur ki Aydın’ın ilk resmi maçı, son dakikada galibiyet golünü attığı Konyaspor deplasmanıdır. O tarihe kadar adından pek sık bahsettirmemiş bir oyuncu olan Aydın’ın kaderi o maçtan sonra oldukça değişti. Bu maçtan sonra sık sık forma şansı bulan bu 17’lik genç oyuncu, kolay adam eksilten ve iyi şut çeken bir oyuncu portresi çizmişti bizlere. Yaşınında verdiği tecrübesizlik ve güçsüzlüğü ise kabul edilebilir kusurlarıydı. Özellikle Arda’nın yükseldiği ve Manisaspor’dan geri geldiği sene söylediği “Aydın benden kesinlikle daha yetenekli ve ileride benden çok daha iyi bir oyuncu olacaktır.” sözlerinden sonra sanırım Aydın ile ilgili beklentiler daha da artmıştı. Ancak şu anda 22 yaşında olan bu genç yetenekle ilgili aynı olumlu düşüncelere sanırım hiç bir Galatasaray taraftarı sahip değil. Aydın’ın bugünlerde oynadığı futbolda az önce saydığım eksiklerin hangisi giderilmiş halde? Sanırım hiçbiri. Bunun tek suçlusu tabi ki Aydın değil ancak bilinmesi lazım ki Galatasaray gibi altyapısı kuvvetli sayılabilecek bir takımdaki her genç yetenekle tek tek uğraşılabilmeside pek mümkün görülmüyor. Burada oyuncunun iradesinin artık devreye girip yıldız oyuncu özelliklerini yansıtması gerekmektedir. Bu konuyu Galatasaray’ın eski hocası, şimdi altyapı sorumlusu olan Feldkamp’a sorulduğunda (Neden x adlı genç yetenekle ilgilenmiyorsunuz?), kurt hocada soruya “onlarca yetenekli çocuk varken sadece ona vakit ayırsam diğerlerine haksızlık olur, hepsinede vakit ayıracak zaman malesef tek bir hocanın harcı değil, onlara ancak eksiklerini göstermek konusunda yardımcı olabilmemiz mümkündür” şeklinde cevap vermişti. Sanırım buradan çıkarmamız gereken; ders hocalarının yol göstermesinden sonra artık çocuk gibi her gün hocalar nezaretinde değilde artık kendi kendinin hocası olarak oyuncuların kendilerini geliştirecek idmanlara devam etmesi gerekmektedir. Diğer konu örneğimiz Sabri’ye değinmek istiyorum. Bu seferde fizikselden ziyade mental olarak başarısız olmuş bir oyuncuyla ilgili görüşlerimi yazmak isterim. Fatih Terim’in ikinci kez Galatasaray’ın başına geçtiği o talihsiz dönemde Sabri yıldız adayı bir oyuncu olarak medyada sık sık kendine yer buluyordu. Aslında o dönemde ortaya koymuş olduğu performans gelecek için umut vermiyor demek Sabri’ye haksızlık olur. Ancak burada sorulması gereken soru 17 yaşında oynayan Sabri ile şu an 24 yaşında olan Sabri arasında ne fark var? Açıkcası pek bir fark yok. Bu oyununu 17 yaşında oynamak tabi ki gelecek için umut verir ancak bunun üzerine koyamazsan ve 24 yaşında aynı oyunu ortaya koymaya devam edersen malesef artık büyük takımlarda kendine yer bulamazsın. Burada tartışılması gereken önemli noktalardan biride Sabri’nin bu dönemde geçirmiş olduğu mental travma. Oyun içerisinde sık sık hakem ve rakip oyuncularla didişen, oyundan sık sık kopan bir oyuncu olması, zaten yetersiz olan oyununu daha da geriye götürmektedir. Bu süre zarfında oyuncuya teknik olmasada mental bir destek vermeyen Galatasaray teknik heyetide (söz konusu dönemde 4 ayrı teknik direktör görev almıştır. En son artık olgunlaştığı zamanı dikkate almadım.) bu konuda bence suçlu durumdadır.

 

Bu konuya birazda gelecek için artık yavaş yavaş umut vermemeye başlayan iki yıldız adayından bahsetmek isterim. Bu oyuncular Beşiktaş’tan Batuhan ve Trabzonspor’dan Barış Memiş. Bu iki oyuncuda yaşlarına rağmen üstün yetenekli oyuncular ancak ikiside mental olarak yaşadıkları sorunlar nedeniyle yakın zamanda takımlarında sorun çıkarmış isimlerdir. Batuhan’ı zaten medyadan bile takip edebilmek mümkün. Aynı şekilde Trabzonspor’un eski hocası Ersun Yanal istifasının ardından özel olarak bu oyuncu hakkındaki endişelerini açıklamış ve malesef beklenilen düzeye çıkamayacağına dair şüphelerini basınla paylaşmıştı. Maçlarda da izlediğim kadarıyla eski patlamaya müsait hırçın futbolu artık yavaş yavaş pasif ve oyundan kopan korkak bir futbola dönmüş. Kariyerinin bu aşamasında böyle kendini bırakması tabi ki kendisinin kadar Trabzonspor camiasının da bir takım eksiklerinden dolayı ortaya çıkmıştır.

 

Yazımın son bölümüne geldiğimde buraya kadar okuma zahmetine katlanan siz okurlara teşekkür etmek isterim. Son olarak yazıma genel bir özet yapmam gerekirse, futbolumuz çağın çok gerisinde değil, hatta değer kıyaslaması yapıldığında bazı açılardan önde bile sayılabilir. Ancak yapılması ya da düzeltilmesi gereken bir takım sorunların varlığından herkes haberdar. Benimde yapmak istediğim benim gözüme çarpan ve çoğu insanın gözüne çarpmadığını tespit ettiğim kimi şeyleri burada paylaşmaktır.

 

Bundan sonraki yazımda da eski futbolcuların yorumcu ve teknik direktör olması ile ilgili fikirlerimi paylaşmayı planlıyorum. Şu anda hem yazı yeterince uzun oldu hem de henüz Özgür arkadaşım bu konuyla ilgili yazılarını yazmışken üzerine tekrar yazmak istemedim.

 

Benimle kalın. İyi günler.



Uğur

1 yorum:

0zgur dyg dedi ki...

hosgeldin ustat..

Yorum Gönder