30 Nisan 2009 Perşembe

Karabük'e Doğru

Tembelhayvann ekibi olarak hareketimizi anadoluya yaymaya karar verdik ve ilk durak olarak Karabük'ü seçtik.

Karabük'ün köklü ailelerinden Güneş ailesinde konaklayıp gelecek için neler yapabileceğimizi konuşucaz. Şu an için beklentimiz güzel manzara, ormanlarda kaybolmak, temiz hava ve dünyanın en iyi eti olarak lanse edilen kuyu kebabı yemek.

Yavaş yavaş yolculuk saatine doğru yaklaşırken, ekipte yüzler gülmekte ve anadoluya yapacağımız ilk seyahat heyecanı doruklara çıkmakta. Döndüğümüzde yaşanan saçmalıklar ve mide spazmları burada yayınlanacaktır.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Klinsmann giderken..



Almanya, 2006 Dünya Kupasında beklentileri aşarak yarı finale geldiğinde, Klinsmann kimilerine göre kahraman kimilerine göre de abartılmış(overrated) bir hoca olmuştu.
Modern Antrenman Tekniklerine önem veren efsane Alman oyuncu, Hitzfeld'den boşalan koltuğa kurulmuştu.
Jurgen Klinsmann, Bayern Munih'in başına geldiğinde başarı için her türlü imkan vardı.

Bunlar,

-Şampiyon bir Takım
-Yetenekli ve Kaliteli Bir Kadro
-Sadık ve Etkili bir Taraftar Titlesi
-İnançlı bir yönetim olarak gösterilebilirdi.

10 ay gibi kısa bir süre sonunda ise Bayern Münih bütün bu etkenlere rağmen,

-29 Bundesliga maçında 7 kez yenilgiyle ayrıldı. (Bunların içinde 5-1 'lık tarihi Wolfsburg yenilgisi de var)
-Şampiyonlar Ligine toplamda 5-1 gibi bir Barcelona yenilgisiyle veda etti.
-Şampiyonlar Ligi vizesi riske girdi.

Bunlar sonucunda ise 27.04.2009 itibariyle ise Bayern tarihinde eşine çok az rastlanan bir şekilde Klinsmann'ın işine son verildi.
Yerine sezon sonuna kadar,daha önce takımı şampiyon yapmasına karşın Bayern'den kovulmuş olan Jupp Heynckes getirildi.

Efsane Alman Forvet, Klinsmann Raus(Klinsmann Dışarı) tezahüratlarıyla Bayern'e veda etti.

Bana göre bu kovulma, 2006'daki başarının asıl mimarının, bizim ülkemizden kovaladığımız Joachim Löw olduğu gerçeğini biraz daha netleştirdi.

Kanıtlanan bir gerçek daha var ki eklemeden geçemeyeceğim :

İyi futbolcular, teknik direktörlükte de başarılı olacaktır diye bir kaide yoktur.
Klinsmann ve Hagi şu an aklıma gelen 2 örnek..

Bir de Bülent Korkmaz gerçeği var ki o da başka bir posta kalsın..

Sevgilerle

Özgür

Bostancı'da Yaşananlar

Yıl 2009, yer İstanbul'un göbeği bostancı, olay bir ev baskını, sonuç ise yayın yasağı.

Sabah Bostancı'dan gelen haberlerle uyandık. Saat 5 civarı devriye gezen polislere atılan ateş olarak açıklanan daha sonra eş zamanlı operasyonların bostancı ayağı olan ucundan bir yerden ergenekona bağlanan, sonrasında valinin ergenekonla alakası yok dediği, ve en sonunda ergenekon kapsamına alınan bir operasyon. Gene kamerayı gören yetkilelerin gazını alamaması, helikopteri düştükten sonra 5 gün sonra cesedi anca bulunabilen Muhsin Yazıcıoğlu'nun olay günü hastaneye kaldırıldığını öğrenmemiz kadar gerçek haberler ve yitip giden yaşamlar..

Google'da yapılacak basit bir "Türk Polisi" veya "Celalettin Cerrah" araması yaşananları anlamamız için yüzlerce sonuç veriyor.

Bazı manşetler olarak verirsek;

Orantılı güç,
2 polisin tuttuğu taraftarın kafasına uçan tekme atan 3. polis,
14 yaşındaki çocuğun polis dayağı sonucu kafatasının kırılması,
Polis kurşunu sonucu ölenler,
Dünya kadınlar gününde polisten dayak yiyen kadınlar,

ve daha aklıma gelmeyen binlerce örnek. Zaten Türk Polisi'nin marifetlerini veya eğitim durumunu, hiç bir yasadışı hareket yapmamasına rağmen en azından hayatında bir kez maça gitme gafletinde bulunmuş veya araba kullanıp zaman zaman çevirmelerle karşılaşmış olan her insan rahatlıkla görmüştür. Tabi hepsi için genelleme yapmam mümkün değil, eğitimli pırıl pırıl kaliteli polislerimiz de var ama işte yeterli sayıda olmaktan çok uzaklar.

Celalettin Cerrah ise balık baştan kokar örneğinin bir numaralı temsilcisi konumunda. Kendisiyle ilgili Öğünç'ün bir yazı yazmayı düşündüğünden çok fazla detay vermiyorum, Öğünç'e bırakıyorum.

Bakıyoruz olaya ne olmuş? İlk olarak 1 kişiyle çatışan polis gücümüz, 1 polis şehit vermiş 6 polis yaralanmış, emniyet şeridinin allaha emanet bir şekilde olmasından dolayı da 1 sivil hayatını kaybederken bir de muhabir yaralanmış. Polis bu eve 5.5 saat sonra ancak girebilmiş bu sırada Allah bilir ne saçmalıklara imza atmış.

Diğer tarafta tabiki tek suçlu polisler değil. Medya ve toplum bu sırada ne yapmış nasıl davranmış? Gene her zamanki gibi halkımız olay yerinde yerini almış, bir olay varsa uzaklaşmak gerekirken bizim halkımız en yakın noktayı bulmuş. Balkondan olayları izleyen bir adama bağlanan kanallar, adamın canlı anlatımıyla olayları bize sunmuş, adam silah sesi duyduğunda siper alarak korunduğunu açıklamış, bir yandan da medya her gördüğüne mikrofon uzatarak, yaşlı teyzesinden, ufak çocuğuna kadar hiç bir haberi atlamamış bize sunmuş, medyanın nasıl olmaması gerektiği hakkında güzel bir ders daha vermiştir.

Başka bir tarafa hükümet tarafına bakarsak, hükümet ne yapmış? İran'la ortak eğitim anlaşması imzalanmış. Yıllardan beri açıklamalarıyla ve yaptıklarıyla toplumun her kesiminden eleştiri alan emniyet müdürünü görevinde tutmuş, polise eli silah tutan teröristle değil kalem tutan aydınla mücadele etmeyi öğretmiş ve her zamanki gibi yaşanan kepazelik sonucunda rtük ayarlı bir yayın yasağı getirerek, suçluları cezalandırmaktansa, olayları örtbas etme yolunu seçerek şaşırtmamış.

Bir sabah uyanmışım, haberlere bakmışım. Olduğum oturduğum yerden, insalarımdan, kendimden utanmışım, aslında hiç şaşırmamışım. Alışık olduğumuz bir sabah, yine bir Türkiye sabahı...

26 Nisan 2009 Pazar

Ntv Tarih

Ana sayfanın ilk yazıları Öğünç'ün lüzumsuz merhabası hariç, sert ve muhalif yazılar olunca, bu alanın aslında kendi sayfası bulunan -tv,sinema,spor,geyik- harici tüm konuları kapsadığı sadece siyaset sayfası olmadığını hatırlatmak için ideal bir konu, "Ntv Tarih".

Bilindiği üzere Doğuş Grup şubat ayında Ntv Tarih dergisini çıkardı. Nihayet geçen hafta bir saat boş boş beklemem gerektiği bir durumda d&r'dan okumalık bir şeyler bakmaya ve Ntv Tarih'le göz göze gelmemle birlikte, denemeye karar verdim. Son yıllarda medya atılımlarını arttırarak çoğaltan ve girdiği her işin altından başarıyla kalkan, işini ciddi yapan ve bu sırada mevcut Türkiye şartlarında zor olanı yapıp tarafsız kalmayı başaran Doğuş Grup; yine adına yakışır bir dergi çıkartmış.

Ntv Tarih'in aslında en büyük artısı kapakta yazan 3-5 şeyi çok güzel anlatıp gerisini öylesine doldurmamayı seçmesi. Ntv Tarih baştan sona bir kitap gibi okunabilecek ve tarihle az çok ilgilenen herkesi doyuracak bir bilgi hazinesi niteliği taşıyor. Bir yandan Nazım Hikmet'in yanan kitapları sayesinde kurtulan basımevi sahibini okurken, başka bir sayfada Çanakkale zaferini, diğer bir yanda haritalarla fotoğraflarla anlatılmış bir şekilde, Sezar'ın Tokat'ta kazandığı savaşın detaylarını inceleyebiliyorsunuz. Ayrıca yanında hediye olarak verdiği eski plaklardan CD'ye aktarılmış olan Osmanlı Marşları CD'si de arabada arkadaşları güldürmek için çalındıktan sonra, arkadaşların beğenmesi ve yol boyunca dinlenmesi akabinde farklı bir tad bırakıyor..

Kısaca söylemek gerekirse, biraz tarih sevenler için bile alıp okunabilecek bir dergi çıkartmayı başarmış Doğuş Grup. Umarım çizgisinden sapmaz ve uzun yıllar bu şekilde devam edebilmeyi başarabilir..

Hacıvat, Karagöz Öldürülmeseydi Keşke..

Uzun zamandır fırsat bulup izleyemediğim "Hacıvat Karagöz Neden Öldürüldü?" filmini geçen cuma izledim. Türkiye'nin yeni döneminin en iyi aktörü ve aktristi olarak gördüğüm Haluk Bilginer ve Şebnem Dönmez'in olması ve diğer oyuncularında hep başarılı isimler olması yüksek bir beklentiye sahip olmamın yolunu açtı.

Buradan sonra yazacaklarımı filmi henüz izlememiş olanların okumamasını tavsiye ederim.

Film aslında günümüz Türkiye'sine bir ayna tutuyor. Ne kadar düzenbaz, yozlaşmış, kaypak adam varsa; yükselirken, baş tacı edilirken, doğruları söyleyenler, birşeyler katanlar, aslında baş tacı edilmesi gerekenler, her yerden kovuluyorlar, kimi zaman zindanlara atılıyorlar. Açıkçası kötü adam rolünü Güven Kıraç'ta hakkını vererek oynamış, her an nefret ettim kendisinden film süresince. Film 135 dakika sürüyor ki biraz uzun kaçmış, öff geç artık buraları die düşündüğüm anlar oldu, 110-115 dakika arasında tutulsa ideal olurmuş.

Filmin sonu ise adından belli aslında ki zaten kötü sonları kaldıramayan biri olduğumdan bu kadar bekledim izlemek için. Filmin sonuna doğru gelirken o son gösteri sahnesinde, Karagöz'ün, Ayşe Hatun'a elini uzatması ve gölgede ellerinin kavuşması sahnesi, bir Türk filminde gördüğüm en iyi sahneydi. O kadar dolu bir sahneydi ki ve bir o kadar da saftı. Orada kapayıp filmi, öyle bitmiş gibi davranmayı istedim, en mutlu son olabilirdi. Ama kapamıyıp sonrasında olan olayları malumun ilanı gibi oturup izledim ve tabiki de içim burkuldu.

Film Türk sineması açısından mutluluk vericiydi. Mekanlar, kostümler, oyunculuklar hepsi çok başarılıydı. Filmin aslında vermek istediği mesaj, film sırasında ve sonunda çalan şarkının sözlerinde gizliydi.

Sen sana ne sanırsan ayruğu da ona san
Dört kitabın manası budur eğer var ise..

25 Nisan 2009 Cumartesi

Beşiktaş'ta 2. Alman

2009-2010 sezonunun ilk transferi Beşiktaş'tan geldi. Fabian Ernst'in geldikten sonra orta alanı çocuğu gibi benimsemesini gören yönetimin bu almanlar orta sahada iyi oynuyor bir tane daha alalım, kim var sözleşmesi biten orta saha demiş gibi anlaşılmış olan Micheal Fink gelecek sezonda Beşiktaş formasını giyecek.

Peki medyaya lüzumsuz manşetler için malzeme verecek olması dışında Fink'in hakkında bildiğimiz en önemli özelliği alman olması, Cisse'nin yerine oynayacak olması da kendisi için avantaj. Sonuç olarak Alman 3. liginde bir takımın ön liberosunda oynayan bir adamın Cisse'den muhtemelen daha iyi oynayacağını düşünürsek, 1. ligde banko oynayan bir oyuncunun en azından sıkıntı vermeyeceğini düşünebiliriz. Fakat tabi ki Ernst gibi bir performans beklemek zor gözüküyor, Ernst 24 kez milli olurken Fink maçları televizyonda takip etmek durumunda kalmış, aynı zamanda Ernst'in eski takımı Schalke iken Fink Frankfurt'tan gelmekte.

Her şeye rağmen hakkında çok fazla bilgimiz olmayan Fink'in gelecek sene Beşiktaş'ta başarılı olması ve Ernst ile birlikte Voltran'ı oluşturmasını umuyoruz. Tabi diğer tarafta tüpçünün henüz 2 tane üst üste iyi transfer yapmamış olması da bu düşünceyi oldukça zorlamakta.

24 Nisan 2009 Cuma

Gözlüklü Çocuğun Laneti

Pazar günü oynanan ve net bir galibiyet aldığımız Uğur-Gürcant vs. Öğünç - Sercüment mücadelesinden sonra nefes nefese su içmeye çalışırken şu elemanları bir tokatlayalım adı altında yeni bir maça başlamak durumunda kaldık. Sercüment'in pota altında Gürcant'la yaşadığı üzücü eşleşmeler oluşan kaburga kırıkları dolayısıyla bir maçı daha kaldıramayacağını belirterek eve gitti, yerine ise o sırada oradan geçmekte olan bir gözlüklü çocuk monte olmuştu.

Maça hızlı başlayan gözlüklü çocuk takviyeli yıldız tayf, Öğünç'ün pota altı sayıları, Uğur'un turnikeleri, Gürcant'ın savunması ve gözlüklü çocuğun henüz takıma ısınamaması sayesinde 10-0'lık bir seriyle oyuna başladı.

İşte ne olduysa o anda oldu ve gözlüklü çocuk takıma ısındı. Pota altı Gürcant-Öğünç ikilisi olan takım önce savunmada aldığı rebound'ları gözlüklü çocuğun müdahaleleriyle vermeye başladı.
Gözlüklü çocuk sadece kötü değildi aynı zamanda salçaydı da. Zaten kısıtlı yeteneği olan Gürcant pota altından uzaklaşıp dışarıya yakın oynamak zorunda kalmış, öğünç ise içeride tek kalarak 2'li 3'lü savunmalardan dayak yemiş ve yorulmuştu. Bu sırada fark hızla erimeye başlamıştı bile, ama genede dayanıyorduk derken, gözlüklü çocuk oynadığı oyunu yeterli bulmuyor, Uğur'a devredilmiş olan mutlu mesut giden oyun kuruculuk mevkiine de salça olarak, takımı ateşe atmaya devam ediyordu. Bir pozisyonda üst üste 4 top kaybı yaptıktan sonra hücumda etkili olan Öğünç ve Uğur yerine hücumdaki etkisi İzzet Altınmeşe'den daha iyi olamayacak Gürcant'a inatla dış bölgelerde pas veriyordu. Gürcant bunları kimi zaman ilk gördüğü arkadaşına kimi zaman rakibe vererek değerlendirmekte diğer bir yandan ise Uğur 3'lük çizgisinden airball atmaya devam etmekle meşguldu. Asıl acı manzara pota altında yaşanıyor, Öğünç'ün kafası 3 kişi arasında kalıp şekilden şekile giriyordu.

Önde olmayı çok uzun süre önce bırakan yıldız tayf en sonunda nasıl olduysa Gürcant'tan gelen şaşırtıcı basketle 29-29'luk eşitliği sağlıyor ve 31'de bitecek olan maçı kopartacak iki boş üçlükten Uğur ile faydalanamıyordu. Top rakibe geçiyor ve Uğur'un savunmakta olduğu maç boyu 927 tane 3'lük atmış eleman silivri tarafından 3'lüğe kalkıyor, Uğur'un oradan nereye atı.. cümlesi tamamlanmadan, yıldız tayf söylene söylene evinin yolunu tutuyordu.

Maç boyu salça olan gözlüklü lanet çocuk ise maç sonunda büyük bir ihtimalle ben iyiydim ama çocuklar yapamadı diye düşünerek evinin yolunu tutarken, Sinan Şamil Şam - Shaq arası bir basketbol kültürüne sahip Öğünç'ün bakışları çok şey anlatıyordu.

Yıldız Tayf birkez daha kenarda duran lanet bir çocuk yüzünden yenilmişti. Ama biliyorlardı ki gönüllerde her zaman ve bir kez daha kazanmışlardı.

23 Nisan 2009 Perşembe

Yıldız Tayf, sezona hızlı girdi

Pazar günü öğlen saatlerinde Y.T.Ü. Beşiktas kampüsünde nostaljik anlar yaşandı.
En son 2007 yılında basket oynamak için biraraya gelen Yıldız Tayf üyeleri, yaklaşık 2 yıl sonra yeniden sahadalardı.

O günkü maçın yıldızlarından Gürcullah O`neal, “O gün, Özgürü sahadan sildim,bugün yine silicem. O bir hiç. ” diyerek her zamanki iddiali çıkışlarından birini yapmıştı. Bu iddianın bir diğer muhattabı Öğünç Garnett ise, “2 de gelicem dediniz, 2.10 oldu nerdesiniz sevgili arkadaşlarım? ” diyerek olayı başka bir yöne çekti.
Yine eskilerden Uğur Kidd ise aldığı kiloları ve attığı airballlarla ilerki maçlar için umut vermiyordu..

Genç neslin bitmiş temsilcisi Sercüment Kunter ise “Bu büyük isimlerle sahada olmak benim için gurur verici, abilerimle oynamak benim için çok büyük onur” gibi bir açıklama da bulundu.

Sercümentin gecikmesi nedeniyle, ilk maç uğur-casper ve gürcullah-öğünç arasında geçti.
Hızlı başlayan uğur, casperin asistiyle takımını öne geçirse de arka arkaya yapılan pas hataları ve öğünç-gürcullah uyumuyla durum 1-2 ye geldi.. Uğur her zaman ki Alvaro Recoba tarzı bencil oyunuyla sazı eline aldı ve casperi unutarak 2 faraş üçlükle durumu 5-2 gibi ezici bir üstünlüğe getirdi. Ancak 5-2 den sonra ‘kral yapmayacaksın,kral olacaksın’ gibi bir açıklama yapıp akabinde içeri penetre etmesi kendisine double penetration olarak geri döndü.
Öğüncün saha içi pas vizyonu, gürcullahın istıkrarli atışlarıyla durum 5-6 olduğunda ise genç sercüment sahaya adımını attı.

Ve asıl maç şimdi başlıyordu, Öğünç sakat bileğiyle savunmada ezildiği gürcullaha karşı bu kez ezilecekmiydi? Gürcullah 2 sene öncesi başarısının tesadüfi olmadığını kanıtlayabilecekmiydi? Genç sercüment, yılların tecrübesi kaşarlanmış guard uğur karşısında neler yapabilecekti? Bu gibi sorular sürerken maç başlamış ve ısınmalar bitmişti..

Oyuna hızlı başlayan taraf, yıllardır bu anı bekleyen Öğünç ve genç sercüment oldu. Öne geçseler de, maçı koparamadılar.. Guard savunmasında aksayan ikili, switch yaparak uğuru durdurmayı deneseler de, switch sonucu oluşan gürcullah-sercüment eşleşmesinden bol bol sayı yediler.

Öğünç, pota altında durdurulamasa da yediği darbeler sonucu gördüğü halusinasyonlar maçta ritmini bulmasını engelledi. Ancak Gürcullahın mola verildiği anda yaptığı açıklama bir kabullenme niteliği taşıyordu. “Domine edildim!” Öğüncün yorulduğu anlarda devreye giren ve mucizevi şutlarla takımına güç veren Sercümentin performansı maçın 2.periyodunda çok büyük önem taşıyordu.

Bu baskıyı üzerinde hisseden ve baskıyla başa çıkamayan sercümentin kötü şut tercihleri, alakasız pas denemeleri sonucu uğur üzerindeki ölü toprağını attı ve sazı bir kez daha eline aldı. Üst üste attığı başarılı üçlükler sonrası önce farkı kapatan, sonra da öne geçen Uğur-Gürcullah, yine bir üçlükle maçı bitirdiler.

Maç sonrası, Öğünç ‘2007 de kazandım ama başarısızdım, 2009 da kaybettim ama domine ettim. ’ diyerek tutarsız açıklamalarda bulundu.
Gürcullah ‘ Herif benden daha iyi, 2 yıldır sakat bileğiyle onu ezdiğim gün için mutlu oluyordum ama sağlam bilekle ben bu adamın suyunu taşırım ancaç ’ diyerek bükemediği ve kıramadığı bileği öptü.
Sercüment kısaca ‘kıfsmet değilmiş. ’ dedi ve sahadan uzaklaştı:)
Uğur ise harcanmış potansiyelini bir kez daha farketti ve gözyaşları içinde üçlük atmaya devam etti.

Bir Yıldız Tayf kapışması burada son bulmuştu.. Maçın en önemli pozisyonu sercümentin kaptığı topu alan öğüncün, sayıyı rahat rahat atması yerine sazan gibi gelen gürcullahı markete yollayıp güldükten sonra sayısını atmasıydı.

Ilk maç kritiğimi burada sonlandırırken,çok uzun bir yazı olması nedeniyle 2.maça geçmiyorum.Ama o şapkalı çocuğu öldürebilirim.

Sevgilerle,

Özgür

Güneşi Gördüm... Görmez olaydım...

Evet yaptım... Annemin isteği doğrultusunda, yıllarca iğrenç şarkılar söylemiş, saçma sapan albümler yapmış ve D hedef kitleye hitap etmiş; şimdilerin senaristi, yönetmeni, oyuncusu, "cool insanı" Mahsun Kırmızıgül'ün 2. filmine gittim.

İlk filmi Beyaz Melek'i tv'de izlemiştim ve biraz abartı bulmuştum...

Ama bugün ilk filmde yaptığım yorumlarım için herkesten özür diliyorum. Mahsun Kırmızıgül filmde tek bir tema işlemiş : "Biz daha sömürüsünü bulana kadar en sömürü bu!". İnanılmaz duygu sömürüleriyle dolu bir film. PKK sorunu, şehitlerimiz, işsizlik, doğuda yaşanan doğum kontrolü eksikliği, cahillik, erkek-kız çocuk ayrımı, çocuk esirgeme kurumları (ki oradaki müdürenin gerçekten var olmadığını, normalde ne kadar zalim olduklarını binlerce kez tvde izledik), cinsel tercih özgürlüğü vs vs...

Bir ara gerçekten koşarak salondan çıkmak istedim. Ruhum bunaldı, karamsar oldum, mutsuz oldum!...

Yazık... Gerçekten yazık... Özellikle lafa geldiğinde "Şehitler üzerinden rant sağlamayın" diyen insanların bile filmi övmesi, "kim bu kavgayı çıkaran" diyenlerin aslında kavganın tam ortasında olması, terör örgütüne yardım & yataklık edenlerin terörle ilgili ahkam kesmeleri; bu tarz filmlere beklendiğinden daha çok izleyici sağlıyor. Türkiye'ye tam manasıyla meydan okuyan, onbinlerce şehitimizi saçma bir ideoloji uğruna katleden terör örgütünü göz ardı eden ama bizimle uzaktan yakından alakası olmayan, yardım istesek sırtını çevireceğinden emin olduğumuz Filistin uğruna billboardlarda boy boy poz veren, yürüyüşler yapan, Davos'larda meydan okuyan insanlar varken biz kendimize daha çok ağlarız...

Herşeye rağmen, lütfen kimse İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de vs. büyük kentlerde, şükretmede yetersiz kaldığımız iyi koşullarda yaşayıp da böyle filmlerde gözyaşı dökmesin. Gözyaşı döküp filmden çıktıktan sonra herkes hayatına devam ediyor; acı yaşandığı yerde kalıyor, ateş düştüğü yeri yakıyor!...

En acısı ama en gurur duyulası olay da, ateşin düştüğü yerden tek bir ses çıkması : "Vatan Sağolsun!"... Sağolsun da, birisi de bu çocukların insan evladı olduğunu hatırlasın artık lütfen...


Ertan

22 Nisan 2009 Çarşamba

STAR TREK

Geçtiğimiz hafta cuma günü Star Trek'in ön gösterimindeydim. Efsanevi serinin yenisinde tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşadım.

Özellikle filmin başlangıcı tam bir şok... Kahraman Kaptan Kirk gemisi uğruna kendini feda ediyor... Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz halkını kurtarma adına kendini heba eden ama geride bıraktığı karısını çocuğunu düşünmeyen bir eleman bu Kirk! Türk filminde buna rastlayamazsınız, önce karısı ve çocukları gelir (başlarım halka der esas oğlan)...

Karakter seçiminde çok başarılı olduklarını söylemeliyim. Özellikle Mr. Spock rolünde izlediğimiz Heroes'un Sylar'ı Zachary Quinto, aslında dünyaya Mr. Spock rolü için gelmişim der gibiydi. Karaktere inanılmaz oturmuş ve filmi izlenilir kılan tek öğe denilebilir...

Kirk'ün oğlunu canlandıran Chris Pine tam bir Amerikan genci :) Yeteneği sınırlı ama sarışın ve fit olması nedeniyle başrolü kapmış. Zachary Quinto'nun yanında eziliyor... Chekov karakteri (gemideki bir Rus eleman, aksanıyla bizleri koparttı) bile onun önüne geçmiş denilebilir...

Ama asıl bir karakter var ki, yetenek denilen şeyin ne olduğunu net olarak anlatıyor: Nero! Eric Bana!... Müthiş bir makyaj, müthiş bir oyunculuk, saygı duyulacak bir yetenek. Kendisi bu filme renk katmış...

Senaryosu fazlasıyla zayıf, sonu çok çok manasız, olmasa da olur bir film olmuş açıkçası. Acımasız eleştirilerde bulunmak istemiyorum ama imdb'den 8 alması zoruma gitti. Ben efsane film olması dolayısıyla,Zachary Quinto ve Eric Bana hatırına filme en fazla 6 verebiliyorum. Daha da vermem...


Ertan

20 Nisan 2009 Pazartesi

Metrobüs ve Phileas Rezilliği

Blogta bende ilk yazımı güncel olaylardan birine ayırmak istedim. Anadolu yakasında oturup okulu karşıda olan bir İstanbullu olarak metrobüsün yapılmasından gayet memnunum. Her ne kadar köprü yolunu berbat etse de, iğrenç giyotin bariyerlerle birini bizzat tanıdığım 2 motosikletlinin ölümüne neden olsa da İstanbul’un trafiğini biraz rahatlattığı ve trafigi toplu taşımayı kullananlar için katlanılabilir hale getirdigi yadsınamaz bir gerçek.

Ancak, metrobüs olarak alınan Phileasların sürekli arıza çıkarması, yokuş çıkamaması ve bu gitmeyen başarısız aletlerin alınma maliyetleri insanları düşündürüyor.
Hollanda gibi deniz seviyesinin altında olan ve genel olarak düzlüklerden oluşan bir ülke tarafından yapılan ve kullanılan Phileaslar, İstanbul’un Yeditepesiyle başa çıkamıyor ve bizzat gözlemdiğim kadarıyla da Phileaslar yoğun saatlerde sefere verilmiyor. Bunun nedeni benim için bir merak konusu gerçekten.

Bir başka ilginç durum ise Phileasların üreticisinin sitesinde taşıma kapasitesi 52 oturarak ayakta 133 kişi ve toplamda 185 kişi olarak belirtilmiş. Mevcut Metrobüs hattında Phileasların yanında kullanılan Mercedes Benz üretimi Citaro ve Capacityler de bulunmakta. Mercedes Benz’in Türkiye sitesinden alınan bilgiye göre, Capacityler 193 kişi ile seyahat etme kapasitesine sahip. Oysa bu Phileaslar ilk alınırken, mevcut olan citaro ve capacitylerden daha yüksek taşıma kapasitesi vurgulanmış ve 20 yıllık dönemde uygun işletme maliyetlerinden bahsedilmişti. Ek olarak ilk satın alma maliyetlerindeki inanılmaz farktan bahsetmiyorum bile. Özetle yaklaşık olarak Phileas 1.200.000 Euro ve Mercedes Capacity 500.000 Euro

Bu otobüslerin alımı için harcanan para, 35 otobüs için 85 Milyon Türk Lirası ve bu otobüsler an itibariyle İETT Garajlarında yatıyor. Yapılan açıklamaya göre 15 Günlük test sürecinden geçecekler. Sorunları çözülse bile yoğun saatlerde yinede kullanılamayacaklar. Kısaca vergilerimizle alınan sıfır kilometre araçlar, İstanbul’a uygun olmadığı için kullanılamıyor ya da verimlilikleri düşük bir şekilde kullanılacaklar.

Phileaslar alınırken yoğun bir şekilde reklam kampanyası yapanlar ve ödenen komisyonlardan nasiplenenler, şu an ne düşünüyorlar ve bu kronik hale gelen arızalar sonrası çalışamayacak hale gelen Phileasları ne yapacaklar merakla bekliyorum

Sevgilerle,

Özgür

Merhaba

Tembel Hayvann okuyucularına koca bir merhaba.


Gürhan arkadaşımızın “Arkadaşlar bir el atın ha gayret ittirin ittirin, vurduruyorum şimdi! “ ricasını kıramayıp buraya geldim.Her Türk insanı gibi her konuda fikrim olduğu için blogun her yerinde yazılarımla karşılaşabilirsiniz. Eleştirileriniz dinlenecek ancak eleştirilerinize istinaden herhangi bir düzeltme yapılmayacaktır:)

Sevgilerle,

Özgür

Go Magpies!

117 yıllık tarihi sayısız başarılarıyla süslü, Newcastle United ligin bitimine 5 hafta kala 19. sıraya demir atmış durumda. 3 hafta önce göreve gelen efsanevi oyuncu Alan Shearer çok zor bir fikstürle takımı devraldı ve 3 haftada sadece 1 puan toplayabildi. Her maçta tribünleri dolduran 50.000 civarı taraftar acaba düşer miyiz korkusu yaşamaya başlarken, dünyanın her yerinden Newcastle taraftarları, bahis oyunlarında gösterdikleri destekle takımın ligde kalacağına inançlarını ortaya koyuyorlar.

Newcastle United'ın kalan maçları şu şekilde:

Porsmouth (H)
Liverpool (A)
Middlesbrough (H)
Fulham (H)
Aston Villa (A)

Evindeki 3 maçı kazanması halinde Hull City'nin üzerinde ligi tamamlamasını beklenen Newcastle güçlü taraftarı, efsane hocası ve arkasındaki milyonlarca kişinin desteğiyle bunu başarabilecek güçte.

Go Magpies!

18 Nisan 2009 Cumartesi

Ergenekon 12. Dalgası


Blog'a ilk yazımı ergenekon operasyonu ve son dalgasıyla ilgili yazmayı uygun gördüm.

Şu ana kadar gelişen tüm dalgalarda, 2-3 tane geçmişi kirli adam ile 10-15 tane laik, hükümete karşıtlığı ön planda olan kişileri bir araya getirerek, hükümeti devirmek amacıyla darbe yapmayı planlamak suçundan göz altına aldılar. 2-3 kirli adamdan alınan bilgilerle veya zaten ellerinde olan bilgilerle, bombalar buldular kemikler çıkardılar vs. Sonuç olarak ne olduğuna kimleri göz altına aldıklarında baktığımızda 5-10 tane suçlunun yanına doldurulmuş, 10'larca laik, demokrat, akademisyen, hukuk adamı göz altına alındı veya evi arandı. Gelelim son dalgaya, artık kafası iyice rahatlayan hükümet, kirli adam bulma uğraşınıda bırakarak sadece tek suçları üniversitelerde başörtüye karşı çıkmak olan rektörler ile tek gayesi kız çocukları cemiyetlerin eline düşmesin, bilinçlensin, hayata karışsın olan ÇYDD derneği üyeleri göz altına alındı. Dernek başkanı Türkan Saylan ise hastalığından dolayı göz altına alınmadı. Geçmişlerine baktığımızda özellikle Mehmet Haberal ve Türkan Saylan'ın yaptıklarını bakınca göz altına alınmak bir yana heykellerinin dikilmesi gerekliliği yüzümüze çarpıyor ancak anlaşılan o ki bazılarının ne yazıkki yüzü yok. 28 Şubat'ın intikamının peşindeki hükümetin aslında hedefi Ahmet Necdet Sezer ancak herhalde zamanını bekliyorlar. Hatırlarım eskiden şeriatçılar göz altına alınırdı şimdi laikler alınıyor, ülkeyi soktukları yol içimi acıtıyor. Tek umudum günlerinin sayılı olması, günümüzün gelmesini bekliyoruz başka da yapacak bir şey yok ne yazıkki. Belki bu yazıdan sonra bende silivri turuna çıkarım bir süre zaman göstericek artık...

Pek muhterem cumhurbaşkanımızın severek okuduğunu belirttiği gözleri dönmüş yobazlar tarafından çıkartılan ve desteklenen yine pek muhterem vakit gazetesinin Türkan Saylan'a saldırmasına söyleyecek söz dahi bulamıyorum.